Kaybettiğimiz Değerlerimiz

ÇANAKKALE SAVAŞINDA ŞEHİT FUTBOLCULARIMIZ

Çanakkale Şehitler Abidemizde kimlikleri tespit edilebilmiş olan 59408 Şehidimizin isminin yazıldığı sembolik mezarlar.

Şehit Komutanlar,Şehit Öğretmenler, Şehit İmamlar, Müftüler, Futbolcular ve diğer alanlarda yetişmiş değerlerimiz.

Şehid Öğretmen Niğdeli Ethemin Mektubu

Çanakkale cephesine gönüllü katılmış yedek subay Muallim Hasan Ethem’in şehitlik mertebesine ermeden az evvel anasına yazdığı ve oradaki askerlerin manevi iklimini aksettiren mektubunun bir parçası:

“Valideciğim!
4 asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!
Nasihatamiz mektubunu Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha güçlendirdi. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim. Güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir sada ile beni müjdeliyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim; çığıl çığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu.

Şu anda bu güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Davudi sesli yiğit bir ezan okuyordu. Herkes, herşey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti, o dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık.

‘-Ey yerlerin ve göklerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halikı! Sen, bütün bu müslüman Türk milletine

verdin. Yine onlarda bırak! Çünkü böyle güzel yerler ve şu nimetler, seni takdis ve senin yüceliğini tasdik eden bu millete mahsustur.

Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, senin ism-i celalini İngiliz ve Fransızlar’a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek böyle güzel ve sakin yerde sana dua eden bu askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!..’ diyerek dua ettim ve kalktım.. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar bahtiyar kimse tasavvur edilemezdi…

Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor.

 

 

ALAY İMAMLARININ PEYGAMBER EFENDİMİZDEN UYARLADIKLARI HÜCUM DUASI

Ey Allahım,senden ahdini,vaat ettiğin yenme yardımını dilerim.
YARAB, sen olmasaydın biz doğru yolu bulamazdık;sadaka veremez, namaz kılamazdıkBize güç ver.Düşman ile karşılaştığımız zaman bizim dayanma gücümüzü arttır. Çünkü düşman bize zulüm etti.Üzerimize geldi.Fitne verince biz ondan çekindik.Ey Kuranı indiren Allah,ey hesabı çabuk olan Allah, bu düşman topluluğunu yok et. Ey Allahım düşmanı kır.Düşmanları yerinden oynat. BİZİM KARŞIMIZDA DURAMASINLAR.Biz senin kullarınız.Onlarda senin kullarındır.Bizde senin elindeyiz, onlarda senin elindedir.EY ALLAHIM DÜŞMANLARI KAHREYLE VE BİZİ MUZAFFER KIL.(Ülker, M.Birol Asker

İMAMLAR VAİZLER

Vakıflar bakanlığı ve sultanlar camilerine ve askeri birliklere imam ve vaiz yetiştirmek amacıyla 28 Aralık 1912’de açtığı ” Medresetü’l- vaizin (Vaizler medresesi), 150’den fazla öğrenci kaydetmesine rağmen bunların bir çoğu askere alınmaları sebebiyle okulu bitirememişlerdir. Çünkü birinci dünya savaşı dolayısıyla pek çoğu askere çağrılmış ve gidenlerin ekseriyeti de ya şehit olmuşlar veya gazi olarak geri dönmüşlerdir.

Sayıları 192’yi bulan taşra medreselerinde ise 1916-1917 öğretim yılında 1.680 talebe eğitim görürken, sene sonunda bu rakam 1.5522 ye düşmüş ve yaklaşık 600 talebe askerlik nedeniyle okuldan ayrılmıştır…

Arka arkaya yaşanan bu savaşlardaki ağır kayıplar neticesinde durum o kadar vahim hale gelmiştir ki, köylerde mevtaları(ölüleri) dini vecibelerine uygun olarak yıkama, tekfin(kefenleme), ve defin (gömme) işlemlerini yapacak Hoca bulunmaz olmuş ve çekilen sıkıntı had safhaya ulaşmıştı.

 

ŞEHİT FUTBOLCULAR
Trak… Trak… Trak… Silah sesleri geliyordu Harb-i Umumi‘den… Mülazım-ı evvel Arif; biraz geç kalmış insanların aceleciliği içinde, atının eğerini son kez gözden geçiriyordu. Yolu uzundu… Bir ara, cepheden gelen top seslerine kulak verdi, sonra çevresindekilere “Selâmetle kalın” diyerek; atına mahmuz vurdu.
Mülazım-ı evvel ArifÇanakkale‘de vatanını, İstanbul‘da ise Fenerbahçe‘yi müdafaa ediyordu. Sarı-lacivertli kulübün sağbekiydi… Fenerbahçe olmadan ArifArif olmadan Fenerbahçe olmazdı.
Savaş çıkıp cepheye gönderilince; takımından ayrı kalmaya gönlü razı olmamıştı. Cepheye koşan tüm askerler için parola “Önce vatan” dı ama, Arif için “Sonra, Fenerbahçe” vardı…
Takımını yalnız bırakmak istemiyordu. Bu yüzden de, kendisi ya da kulüp yöneticileri, kumandanından izin alıyor, cepheden cuma ligine koşuyordu.
O hafta ise, Fenerbahçe-Galatasaray mücadelesi vardı. Burada, Çanakkale geçilmez… Orada, yine İstanbul‘da Arif hiç geçilmez.
Mülazım-ı evvel Arif, ezeli rekabet cephesindeki görevine yetişmeliydi. Dağ, dere, tepe demeden, 26 saat at sürecek ve bugün Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu papazın bağına yetişecekti. Tutmayın onu, yolu uzun.ARİF, SEZONUN İLK DERBİSİNDE… 

Arif dörtnala, 1917 – 1918 sezonunun ilk büyük derbisine, Fenerbahçe-Galatasaray maçına yetişmeye koşuyordu.
Ama, 21 Aralık 1917’deki bu maça gitmeye çalışan, yalnız kendisi değildi. Fenerbahçe kaptanı Galip de, Kırklareli‘nden İstanbul‘a doğru at koşturuyordu… Çanakkale‘den FikirtepeUçaksavar Bataryası’na tayin olan Ethem ise, daha önceden kulübe varmıştı.
Arif ve Galip, uzun at yolculuğunun yorgunluğunu atamadan, sahaya çıktılar. Ama, ne yazık ki, maçı 3 – 2 kaybettiler.
İki futbolcunun tekrar cepheye dönmeleri, hazin olmuştu.
Fenerbahçe kaptanı Galip (Kulaksızoğlu), daha sonra savaş sırasında yaralanıp İstanbuI‘a gönderilmiş, bir daha cepheye gitmemişti. Arif (Emirzâde) ise, cepheden sahaya, sahadan cepheye koşturmaya daha uzun bir süre devam edecekti.
Doğaldır ki, her maça yetişemiyordu… Ama, iddialı maçların hiçbirisini kaçırmıyordu. Hele hele, ezelî rekabet maçlarını asla…
Fenerbahçe Kulübü, 1919 – 20 sezonuna iddialı gimek istiyordu. Bunun için, ilk kez sahaya çıkacakları İdmanyurdu maçında, sağbekleri Arif‘in mutlaka oynamasını istiyorlardı. Kumandanlıktan özel izin alarak, Arif‘in oynamasını sağlama almışlardı. O mutlaka gelmeliydi, gelecekti…

SAVUNMANIN BELKEMİĞİ

Arif gerçekten de, Fener defansının vazgeçilmez adamıydı… Onun nasıl bir futbolcu olduğunu anlamak için, eski Fenerbahçeli futbolculardan Sedat Taylan‘ın 1944 yılında yayınladığı, “Fenerbahçe’den Hatıralar” adlı kitabına bir göz atalım:
“Arif, çok eskiden Fenerbahçe takımında, müteaddit defalar tekdirle seyremiştim. O zaman, Fenerbahçe müdaafasının belkemiği vaziyetindeydi. Zayıf fakat çok çetin, gözü pek bir oyuncuydu. Sert, fakat faulsuz oynardı.
“Maç sırasında asabî olan Arif, maç bitiminde sakin ve nazik bir genç olurdu…”

Evet, daha önce de söyledik… Fenerbahçe, 1919 – 20 sezonunun ilk maçı olan İdmanyurdu mücadelesi için, Papazın bağında Arif‘i bekliyordu…
O gelmeliydi, gelecektir, gelir… Fakat, onun yerine, kara haber geldi:
“Arif, tam kalbine yediği bir kurşunla, şehit oldu.”
Olmaz… Olamaz… Olmamalı…
Fenerbahçeliler, bir anda mateme boğuldu. Herkes birbirine sarılıp ağlıyor, Türk futbolunun yetiştirdiği en gerçek kahramanının kaybına kahroluyordu… Hüzün, dalga dalga tüm İstanbul‘a yayılmıştı.
Ancak, maç oynanmalıydı…
Fenerbahçeli yöneticiler, santra çizgisinin başladığı yerdeki sahanın kenarına bir sandalye koydular ve üzerine Arif‘in 2 numaralı formasını astılar.
Takım, sahaya 10 kişi çıkmıştı…
Ama, Fenerbahçe eksik değildi. Saha kenarındaki sandalyede asılı duran forma, Arif‘i sahaya sürmüş gibiydi. Sanki, rakibin ataklarını, hâlâ o durduruyordu.
Fenerbahçe, kahramanının huzur içinde toprakta yatması için, o denli coşkulu oynadı ki, rakibi İdmanyurdu‘nu tarihinin en farklı skoru ile yendi: 11-1.
O günden bu yana, o rekor hâlâ kırılamadı.
Fenerbahçeli tüm futbolcular, bu galibiyet sonrasında hep birlikte 2 numaralı formanın önünde tazim duruşuna geçerek, “Ruhun şad olsun Arif” dediler.
Ve, bugunkü karşılığı ile o dönemin kuIüp genel sekreterli olan Fenerbahçe 1.Katibi Ömer NazımaArif için bir ağıt yakıyordu:
“Azim sebat, metanet, işte bu…
Futbolu can etmişti şahsında.
Ey arkadaş… Kimdir bu?
Şehit Arif’imiz karşında
Dur ve ağla, elin bağla yanında.
En mukaddes şehittir bu…
Öldürdüler, vazifesi başında,
Ah Fener… Ne acıklı haldir bu…” 

Fenerbahçe Kulübü’nün şehit Arif‘in ruhuna okuttuğu mevlüt tam anlamıyla olay olmuştu. Mevlüt sırasında kulüp binası dolup taşmıştı… Herkes ağlıyordu. Arif (Emirzade), yüzbaşı rütbesi ile şehit olmuştu. Yüksek mühendislik eğitimi görmüştü ve Fransızca biliyordu. Arif‘in sağlığında Fenerbahçe genç takımında oynayan Sedat Taylan, “Biz Fenerbahçeliler” adı ile yazdığı anılarında, bu şehit futbolcuyu da anlatır. 1965 tarihli kitaptan aynen aktarıyoruz:

DEVRİNİN EN BİLGİLİ FUTBOLCUSU…

“Arif, Fenerbahçe Kulübü’nün kuruluşundan itibaren oynayan futbolculardan biriydi. Birinci Dünya Savaşı’nda vatanî vazifeye çağrılıncaya kadar, Fenerbahçe takımında defansın belkemiği olarak sağbek oynadı.
“Ortadan biraz yüksek boylu, futbola elverişli bir cüsseye sahip, sağlam bir gençti… Saçlarını, alabruz kestirirdi. Yuvarlak yüzlü, çenesinin sağında büyükçe bir beni vardı. Sakin bir yaradılışı olmasına karşın, oyun sırasında hırslı olur ve gözünü budaktan ayırmazdı. Aynı zamanda, devrinin en bilgili futbolcularından biriydi.” 

Sedat Taylan’ın kitabında bundan başka bilgi yok… İşin tuhafı, dünyada eşi – emsali görülmeyen Arif olayı; ne yazık ki belgelere geniş ölçüde yansımamış… Hakkında topluca bir bilgi yok… Birkaç paragraf halinde çeşitli kitaplara yayılmış bilgiler için, 50’ye yakın eseri, didik didik etmek zorunda kaldık.
Anlayacağınız; dünya futbol tarihine bile altın harflerle geçebilecek önemdeki şehit Arif olayını, vurdumduymazlığımız sayesinde geçmişin derinliklerine gömmüşüz…
Savaşı bırakıp sahaya giren, sahayı bırakıp savaşa dönen dünyanın en ilginç futbolcusunun Türk olduğundan haberimiz yok.
Ne yazık!

Üniversite mezunu futbolcular, birer birer şehit düşüyor!

Yurtsever Türk futbolcularının, gönüllü olarak cepheye koşunca, kulüpleri, çok büyük ölçüde güç kaybına girdi. Bu üzücü gelişmeyi bir de,”Türksever” dergisinin, 1930 yılında yayınladığı 20 haftalık dizisinden okuyalım: “Harbin o acı, yürekleri yakıcı faaliyetleri başladı… Bunu anlıyoruz. İlk ağızda, Galatasaray’dan kaleci Hamdi, Hasnun Galip, ikinci takımdan Halit Çanakkale’de şehit düşmüştü. Beşiktaş’tan da Şair Kazım, Asım, Rıdvan Beylerin de, aynı cephede şehit oldukları haberi geldi. Aşağı yukarı bütün spor kulüpleri boşalıyordu. Kafkas Cephesi’nde de Galatasaraylı futbolculardan Abdurrahman Robenson, Beşiktaşlı Doktor Ali, Doktor Mehmet, Muallim Sadi Beyler’in öldüklerini duyduk. Bu ne felaketti!…” Yukarıda yer alan şehitler listesindeki doktor, muallim sıfatlarına bakıp, bunların idareci olduklarını sanmayın… O dönemlerde, bütün futbolcular yüksek tahsilli, iyi mesleklive lisan bilen insanlardı. Bu konuda çok belirgin bir fikir verebilmek için, Fenerbahçe‘nin 1923 yılındaki kadrosunun eğitim durumunu vermemiz yeter… Çünkü kadrodaki tüm futbolcular, yüksek tahsilliydi. İşte inanılmaz kadro:

KALECİ:
Şekip
Güzel Sanatlar Mezunu
SAVUNMA:
Cafer
Eczacılık Fakültesi
İsmet
Tıp Fakültesi
Hasan Kamil
Michigan Üniversitesi
ORTA SAHA:
Fahir
Fen Fakültesi
İsmet
Tıp Fakültesi
Kadri
Ticari İlimler
Ragıp
Ziraat Fakültesi
FORVET:
Zeki Rıza
Veteriner Fakültesi
Alaaddin
Güzel Sanatlar
Sabih
Tıp Fakültesi
Bedri
Diş Hekimliği
Ömer
Hieldberg Üniversitesi

arif.jpg (3374bytes)hasnungalip.jpg (4245 bytes)

En Büyük Şehit… Şehidin büyüğü küçüğü olmaz ama, Fenerbahçeli Arif’in yeri başka. O, cepheden ata atlayıp 26 saatlik yoldan sonra sahaya çıkıyor, maçını oynadıktan sonra tekrar savaşa koşuyordu (solda)… İşte “Çanakkale Geçilmez”i yaratanlardan biri daha… Galatasaray’ın sembol futbolcusu Hasnun Galip, düşmanla savaşmış, dövüşmüş ve şehit düşmüştü (sağda).

ÜÇ BÜYÜKLERİN ŞEHİT FUTBOLCULARI
Futbolcunun Adı

Takımı

Şehit Düştüğü Yer

1 – Arif Fenerbahçe Bor Ovası
2 – Nurettin Fenerbahçe Fikirtepe Bataryası
3 – Halim Fenerbahçe Fikirtepe Bataryası
4 – Kemal Fenerbahçe
5 – Zeki Fenerbahçe Çanakkale Savaşı
6 – Hüsnü Fenerbahçe Çanakkale Savaşı
7 – Neşet Fenerbahçe Çanakkale Savaşı
8 – Refik Bey Fenerbahçe Kulüp Binasında
9 – Mustafa Bey Fenerbahçe Kulüp Binasında
10- Ethem (Bellisan)
Fenerbahçe Erenköy Bataryası
11- Haldun Fenerbahçe
12- Doktor Ali Beşiktaş Kafkas Cephesi
13- Asım Beşiktaş Kafkas Cephesi
14- Muallim Sadi Beşiktaş Kafkas Cephesi
15- Kaptan Kazım Beşiktaş Çanakkale Savaşı
16- Doktor Mehmet Beşiktaş Kafkas Cephesi
17- Rıdvan Beşiktaş Çanakkale Savaşı
18- Kürt Celal Galatasaray Çanakkale Savaşı
19- Abdurrahman Galatasaray Kafkas Cephesi
20- Halit Galatasaray Kafkas Cephesi
21- Kaleci Hamdi Galatasaray Çanakkale Savaşı
22- Hasnun Galip Galatasaray Çanakkale Savaşı
23- Celal İbrahim Galatasaray Irak Cephesi (1917)
24- Neşet Galatasaray Çanakkale Savaşı
25- İdris Galatasaray Trablusgarp Cephesi
26- Refik Ata Galatasaray Çanakkale Savaşı
27- Mehmet Ali Galatasaray Çanakkale Savaşı
28- Hasip Galatasaray Çanakkale Savaşı
29- Cemil Galatasaray Çanakkale Savaşı
30- Nazmi Galatasaray Çanakkale Savaşı

sehitlistesi.jpg (13896 bytes)
Savaşta ölen futbolcuların resmi listesi

fenerbahce.jpg (22538 bytes)
Bu Fenerbahçe’ye dikkat!… Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan çok sayıda şehit vererek geçen Türk futbolu, nihayet Cumhuriyet’ine kavuşmuştu… Bu dönemin Fenerbahçe kadrosuna dikkat edin. Çünkü kadrosundaki tüm futbolcular yüksek tahsilliydi ve birçoğu lisan biliyordu.
Fener’e işgalci baskını: 2 ölü
Gecenin en karanlık vakti, sabahın en yakın olduğu vakittir… İşte böyle bir an, gün yola çıkmış geliyor.
Alacakaranlığın az sonra siluetini çizmeye başlayacağı bir binada, ölgün ışıltıların gölgelerini büyüttüğü insan kıpırdaşmaları var.
Bina, Fenerbahçe Kulübü binası… Devir, İstanbul‘un işgal devri…
Sabahın ilk ışıklarını karşılamak, işgal İstanbul’unda, sadece balıkçılara verilmiş bir hak… Lüfer, palamut, kofana… Artık, neyi takmışsan kafana…
Ağ mı gerersin, olta mı atarsın, yoksa volta mı?
Bu yalancı sabah özgürlüğü, boşuna değil. Çünkü, işgalciler de beslenecek. Sofralarına balığı kim getirecek?
O işgalci hergele, boşuna demez rastgele…
İşte bu ahval ve minval üzere; Fenerbahçe Kulübü’nün dereye bakan arka tarafındaki balıkçı teknesinde, çingene palamudu telaşı var.
Ağlar tamam mı ağalar?
Yola çıkıldı çıkılacaktı…
Bismillah” denildi, denilecekti.
Ama yükle yükle tekne dolmuyor, bu Fener‘in balıkçıları denizi mi kurutmaya niyetli?… Aslında yüklenen ağ değil, silahtı… Olta yerine, uzun namlulu tüfek vardı… Mermiler, yem niyetine kullanılacaktı.
Top, tüfek, bomba… Şimdilerde olsa, bunlar trola çıkıyor dersin.
Fakat onlar, Anadolu‘ya…
Atatürk ve silah arkadaşları, cephede cephane bekliyordu… Çünkü kurşun ata ata biterdi.
Yooo, öyle değil… Ömür biter, kurşun bitmezdi. Sağolsun Fenerbahçe, cephaneyi eksik etmezdi…
Gecenin sessizliğinde karanlığı yaranlar, yalnız Fenerbahçe‘nin balıkçı görünümdeki yurtseverleri değildi.FENER’İ SUÇ ÜSTÜ YAPACAKLARDI 

Düşman, bir Rum ihbarının sinsiliğinde, kulüp binasına doğru sokuluyordu. İşgal kuvvetleri, Fenerbahçe‘yi suç üstünde yakalayacaktı.
Teknede taşıdıklarını, “Balıktı” diye yuttururken, işgalciler alıktı… Şimdi de, Fener‘i faka bastıracaklardı.
Sinsi sinsi sokulan silahlı kalabalık, kulüp binasındakilerin dikkatinden kaçmadı. Gözcüler, arkadaşlarını uyardı. Son bir gayretle, son parti silah tekneye yüklenirken, işgalciler iş işten geçmenin telaşı içinde ateşe başladı.
Ancak, kulüpten karşılık gördüler… Fenerbahçe‘nin ikinci takımında futbol oynamış Refik ve Mustafa Beyler düşmanı oyalıyordu.
Ancak, sayıca çok üstün olan İngiliz işgalciler; kısa sürede binaya girdiler ve yüzlerce tüfeğin ateşi altında Refik ve Mustafabeyleri şehit ettiler. Ama, o arada tekne yola çıkarılmış, silahlar kurtarılmıştı.
Düşman, hiçbir ipucu bulamamıştı.
İki şehit vardi ama, hiç şahit yoktu.
Onlar hayata gözlerini kapamadan, Anadolu‘ya son cephaneyi ve son kafileyi göndermeye muvaffak olmuşlardı. Görev tamamlanmıştı.
Yaşasın vatan… Yaşasın Fenerbahçe
İşgal kuvvetleri ne olup bittiğini tam anlayamadan ve hiçbir şeyi belgeleyemeden; sadece Fenerbahçe Kulübü’nü kapatmakla yetindi.
Bina tümüyle tahrip edilmiş, sahası ise topçu birliklerinin hayvanları için ahır haline getirilmişti. Uzunca bir süre sonra, saha yeniden futbola açıldığı zaman, bu kez de tetanos mikrobu teşhisiyle kullanılamamıştı.
Savaş acımasızdı ve bitmek bilmiyordu.
Taa Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıç yıllarından beri; eli silah tutan herkes cepheden cepheye koşmuştu… Çanakkale Savaşı, ardından mütareke ve işgal yılları, derken Kurtuluş Savaşı…
Kulüpler, formalarını çıkarıp üniformalarını giyen futbolcuları şehit ya da gazi olunca, hayli çökmüştü. Kadroları erimiş; Fenerbahçe‘nin elinde 3, Galatasaray‘ın elinde 2, Beşiktaş‘ın ise tek futbolcusu kalmıştı. Kayıplar nedeniyle, 1916-17 sezonunda lig, 15 – 16 yaş grubundaki çocuklarla oynanabilmişti.
Fenerbahçeli Arif, Kaptan Galip ve Sabri gibi futbolcuları; çoğu kez savaş alanlarından kopup gelerek sahaya çıkmış ve takımİarına destek vermişlerdi.
Dünyada böylesine cepheden lig maçlarına koşmuş, tekrar savaşa dönmüş başka futbolcular yoktu…
Arif‘in kaybı, Fenerbahçe‘nin müthiş bir milliyetçilik duygusunun kabarmasına yol açmıştı.
Bunun bir uzantısı olarak, işgal yıllarında, Kurtuluş Savaşı, için çok aktif bir rol oynamıştı.
Evet, Türk futbolu topyekün savaşın içindeydi. Ancak, arada çatlak sesler çıkmıyor değildi. Herkes koşa koşa cepheye giderken, bazı Fenerbahçeli futbolcular, silah altına girmemek için çaba sarf ediyordu.

“YA CEPHEYE KOŞARSIN, YA DA GİDERSİN!”

Bunlardan biri de, Nuri‘ydi… Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak şımartılmıştı. Askere gitmek istemiyordu. Yönetim, “Nasıl herkes düşmanla savaşıyorsa, sen de eline silah alacaksın” diye çıkışmıştı.
Nuri, zoru görünce patlamıştı:
“Üzerime gelmeyin, yoksa Altınordu’ya geçerim!…”
Başkan Hamit Hüsnü‘nün cevabı kesindi:
“Ya cepheye gidersin, ya Fener’den gidersin…”
Nuri, blöfünün sökmediğini görünce, daha da küstahlaştı:
“Başkan ben kulüpten gidersem, bğirçok futbolcu peşimden gelir.”
Hamit Hüsnü Bey’in Kuşdili‘ndeki öfkesi, taa Kadıköyİskelesi’nden duyuluyordu:
“Haddini bil, Efendi… Fenerbahçe’de senin gibi başka bir vatan haini bulamazsın. Çabuk bu kulüpten defol..”

Kaptan Kazım’ın cesedinden Beşiktaş Marşı çıktı

Şehit futbolcular arasında, sanatçı olanlar da vardı. Bunların içinde en önde geleni, Beşiktaş‘ın kaptanı Kâzım‘dı… Siyah-beyazlı futbolcu şairdi ve takım arkadaşları ona, “Şair” lakabını takmıştı.
Refik Osman Top‘un 1930 yılına ait anılarına göre “Kâzım hakikaten iyi oynardı… Terbiyeli, halûk, karıncayı bile incitmeyen bir gençti… Sanatçı ruhluydu, şiirleri ile herkesi etkilerdi.” 
Çanakkale‘de sırtına yediği bir gülle ile parçalanmıştır… Birliğindeki yakın arkadaşları, yerde hazin bir şekilde yatarken, ceketinden fırlayan bir kâğıt parçasını hatıra olarak sakladılar.
Beşiktaş kaptanının üstünden “Beşiktaş Marşı” çıkmıştı.
Şimdilerde, tribünlerin deyimi ile, “Pazara” kadar değil, mezara kadar” Beşiktaş’lıydı.
Şimdi, Şair Kâzım‘ın cebinden çıkan tarihî şiiri sunalım:

BEŞİKTAŞ MARŞI

Hayatı süsledik izharı ittihatla bugün,
Yolunda gençliğin ulvi değil miydi birleşmek.
Sebatı bayrağımız yaptık, İ’tilamız için…
Neticesiz ve boş olmaz, sebatla hiçbir emek.
Dakikalar bize bir nağbe nişad olsun,
Kulübümüzde müceddet nücumu mevc vursun
Bu kainat bize hep gıpta ediyor isar,
Biz 11 arkadaşız, lakin arkamız daha var.
Bu zevk alemi dar zannedip de aldanalım,
Vekar, hak gibi sakin, nezih ve saf olalım.
Fakat bu hal ile, kuvvet gibi cesur olalım.

Kâzım – Beşiktaş Kaptanı 

Hazin bir şekilde şehit olan siyah-beyazlı futbolcunun bu şiirindeki “Biz 11 arkadaşız, lakin arkamız daha var” mısrası, dönemin Beşiktaş sembolü haline gelmişti. Bu gerek savaşa giden ve gerekse birlikte futbol oynayan tüm Beşiktaşlıların amaç ve güçbirliğini simgeliyordu. Evet, Beşiktaşlılar hâlâ 11 arkadaş… Lakin arkaları daha var.

eminbulent.jpg (10491 bytes)

Şair, Futbolcu ve Gazi… Galatasaray’ın kaptanı ve solaçığı Emin Bülent, savaşa katılan futbolcularındandı. Takım arkadaşları cephede kollarında ölmüştü. Onların anısına yazdığı “Kin” şiirini, Atatürk ezberleyip toplantılarda okuyacaktı.

sehit.jpg (17847 bytes)

Şehit Haberleri… Savaş yıllarında yayınlanan Spor Alemi dergisi, zaman zaman cephede şehit düşen futbolcuları haber veriyordu. Yukarıda 4 futbolcu Fahri, Vasıf, Nuri ve Mazhar cephede olmalarına karşılık “İstanbul Nezlesi”nden ölmüştü.

REFİK OSMAN TOP’UN ANILARINDAN…

Nuri‘nin o andan itibaren, Fenerbahçe ile ilişkisi kesildi.. Ama, Nuri neden “Altınordu’ya geçerim” diyordu. Çünkü AltınorduOsmanlı‘nın güçlü isimlerinden Talat Paşa‘nın başkanlığı, yani koruması altındaydı. Bünyesinde bulunan futbolcuları askere almıyordu.
Herkes açlık ve yokluk çekerken, Altınordulu futbolcular bolluk içindeydi. Bunun böyle olduğunu Refik Osman Top‘un anılarından da anlıyoruz. Bu bölümü okuyalım: (1931 yılı Türkspor Dergisi’nden).
“Meşin top bizi şeker, ekmek derdinden nispeten kurtardı. Başka çare yoktu. Öyle bir devirdi ki, gemisini kurtaran kaptan…
Daha doğrusu yaşasın Altınordu, yaşasın Otomobil Nuri… (Fenerbahçe’den kovulan futbolcu).
“İyi ki, Nuri ile birlikte Altınordu’ya gelmiştim. Allah’a şükürler olsun, evin kileri hiç boş kalmıyor. Hele yağların nefaseti adamı sırtüstü yere yatırır.” 

Bazıları böyle kilerini, çıkarını, şekerini düşünürken, üç büyük kulübümüz Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş; cephelerde şehit üstüne şehit veriyordu.
Üstelik, sağ kalıp geri dönenlere de, hiçbir ayrıcalık yoktu.
Onlar toplumdan ve kulüplerinden gördükleri saygıyı, en büyük nimet olarak bellemişlerdi. Vatan selamete çiksın, onlara yeterdi…
Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş, durup dururken, “Üç büyük kulüp” olmadı.
Tarihleri şerefle doluydu…

dortsehit.jpg (20394 bytes)
Dört Şehitli Fotoğraf… Şimdiki kulüpler futbolcuların yalnızca rakip takımlara kaptırıyor. Eskiden azrailede kaptırıyorlardı… İşte Galatasaray takımından 4 şehitli fotoğraf… Önde yere çömelerek oturan iki kişiden soldaki İdris… Arkada sandalyede oturanlardan sol baştaki Kürt Celal… En arkada ayakta duranlardan beyaz kazaklı Abdurrahman Robenson ve onun sol yanındaki Asım…
( Bu futbolcu şehit olmadan önce, Beşiktaş’a geçmişti.)
“Büyük Taarruz” emri futbol maçında verildi
Türk futbolu, ülke savunması karşısında üzerine düşen görevi, sayısız şehitler vererek yerine getirmiştir… Mustafa Kemal, onca telaşı arasında, futbol şehitleri için yazılan “Kin” adlı şiiri tümüyle ezberlemiş ve Ruşen Eşref Ünaydın‘ın anlatımıyla “Kendi kendine olduğu anlarda, bağıra bağıra okumuştur…” 
Üç büyükler, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları’na doğrudan katılmış, Fenerbahçe ise Anadolu‘ya silah kaçırma işinde, birinci derecede aktif görev almıştır.
Atatürk ve futbol, milli mücadele döneminde de birbirinden kopuk değildi… Hatta Büyük Önder, Büyük Taarruz‘un ilk emrini, bir futbol maçında vermişti… Bu olay, Türk futbol tarihinin, asla unutulmaması gereken müthiş bir gerçeğidir.
Çünkü bir futbol maçı, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratacak bir zafere imzasını atıyordu.
Şimdi, bu muhteşem olay için, zaman tüneline girelim…
1922 yılında, temmuz ortalarındayız… Kurtuluş Savaşı’nı henüz kazanmamışız ama, eli kulağında…
Bunun için tek şart var: Büyük Taarruz‘un başlayacağı tarihin, kuvvet komutanlarına iletilmesi…
O günlerde, telgraf emirleri İstanbul hükümetine ya da işgal kuvvetlerine iletildiği için, bu yol tehlikeli… Kuryelerden de zaman zaman fireler çıkıyor. Bu nedenle çok gizli emirlerin, doğrudan muhataplarına tek elden verilmesi şart.
Kumandanlar bir araya toplanıp kararlaştırsalar, düşman uyanıp tedbir alacak. Bu nedenle, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi, bir havanın estirilmesi gerekiyor.
İşte, Türk futbolu, burada görevine başlıyor… Bakalım neler yapacak?
1922 yılının temmuz ortalarındayız demiştik… Anadolu Ajansı, Anadolu‘daki Atatürk‘e bağlı ordu birliklerinin katılacağı bir futbol turnuvası düzenlendiğini haber veriyor.
Final maçını, 1. ve 2. Ordu takımları oynayacaktı.
Ajans, bu turnuvaya özellikle önem veriyor. Bu finalle ilgili, çok sık haberler yayınlanıyor. Anadolu‘daki halk da yavaş yavaş işin heyecanına girmişti… Giderek merak artıyor. Ajans, daha sonra Atatürk‘ün ve tüm kuvvet komutanlarının bu final maçını izlemek için Akşehir‘e geleceğini duyuruyor… O sırada, İzmir‘i işgal altında tutan Yunanlılar, bu futbol ilgisi karşısında alaylı alaylı gülüşüyorlar…
İşgal ordusunun İngiliz generali Charles H. Sherril, yayınladığı anı kitabında, o günleri şöyle anlatıyor:
“Bu büyük futbol maçıyla ilgili haberler, gazetelerde ön planda yer alıyordu. Bu durumdan, Yunanlılar da hoşnut görünüyordu. Zira, Türk ordusunun, hiç olmazsa, yakın bir gelecekte, herhangi bir harekâtta bulunması söz konusu olmayacaktı. Çünkü Türkler, şimdilik yalnızca futbolla ilgileniyordu.” FİNALDE PLAN TARTIŞILIYOR…
Anlayacağınız, Atatürk‘ün taktiği tutmuştu… Kendisinin ve bütün komutanlarının Akşehir‘de toplanması, şüpheye yol açmayacaktı.
… Ve nihayet, final günü gelip çatmıştı. Akşehirliler, maçın oynanacağı sahayı hıncahınç doldurmuştu. 28 Temmuz 1922 tarihini unutmaları mümkün müydü?… Gazi Mustafa Kemal, yanında Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa ve 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa ile birlikte, aynı anda sahaya geldi. Coşkun sevgi gösterileri içinde, kendilerine ayrılan özel tribüne yerleştiler.
Atatürk ve komutanlar, maçı seyrediyormuş gibi görünüp birlikte oyunu tartışıyorlarmış gibi bir havadaydılar. Halbuki o sırada, Atatürk kuvvet komutanlarına, Büyük Taarruz‘un 22 Ağustos’ta başlayacağını dikte ediyordu.
Emir anlaşılmıştı… Ve bu bilginin başka yere sızması, asla mümkün değildi. Çünkü çok gizli tarihi, yalnızca onlar biliyordu. Akşehir‘deki bu final maçında tribünde verilen “Büyük Taarruz” emrinden, hükümetin bile haberi olmamıştı. Atatürk, Akşehir‘deki o günden Nutuk‘ta şöyle söz ediyor:
“O final maçında verdiğim taarruz emrinin tarihini, Vekiller Heyeti’ne de bildirmemiştik. Artık, onlara resmî olarak duyurmanın zamanı gelmişti…”
Görüldüğü gibi; her şey planlandığı şekilde olmuştu. Hiç kimse, Türk ordusundaki büyük gelişmelerden bilgi sahibi değildi… Oysa ülke, bu maçtan sadece bir ay sonra, kesin zafere kavuşacaktı.
Böylece, Atatürk‘ün resmî sıfatla hayatında seyrettiği ilk ve tek futbol maçı, Türkiye‘nin kaderini değiştirmişti.

FUTBOLUN STRATEJİK MİSYONU… 
Futbol, ülkenin kurtarılmasındaki son misyonunu da tamamlamıştı… 30 şehit, sayısız gazi vermişti… Akşehir‘deki stratejik görevi ile de, Kurtuluş Savaşı’na imzasını atmıştı. İstanbul‘un işgal yılların da; Fenerbahçe‘nin Fransız ve İngilizler‘le yaptığı maçlar; futbol maçından çok, bağımsızlık savaşı gibiydi. Fener kazandıkça, zafer kazanılmış gibiydi…
Savaşlar sırasında 11 futbolcusunu kaybeden Fenerbahçe; bu haliyle bile işgal ordularının futbol takımlarına kan kusturuyordu. Onları yeniyor, yeniyor, yeniyordu…
İngilizler ve Fransızlar, “Belki bu sefer yeneriz” diye durmadan Fenerbahçe ile maç alıyor, her seferinde hüsrana uğruyorlardı. Fenerbahçe, yaptığı 50 maçtan 47’sini kazanmıştı.

Atatürk, Gazi futbolcunun şiirini okuyor.

SENE, 1932…
Ay, âşıkâne bir eylül hüznü…
Gün, belirsiz…
Zaman, alacakaranlığın, günün son ışık kırıntılarını süpürdüğü bir an… Emin Bülent Bey, eski İstanbul gecelerinin ağır, vakur ve içine kapanık dünyasına, bir kere daha girmeye hazırlanıyor.
Mutfaktan firar eden yemek kokusu, yaklaşan bir lezzetin ilk habercisi… Emin Bülent Bey, bazen yemeği düşünmenin, onu yemekten daha fazla haz verdiğini keşfedenlerden…
Arka arkaya patlak veren zorlu savaş yıllarının kıtlık acısını çekenler, sonraki sofraların kıymetini bilir olduIar. Emin Bülent de az çekmemişti. Hem Galatasaray‘da futbol oynuyor, hem cephede savaşıyordu.
Takım arkadaşları Hasnun Galip‘ler, Neşet‘ler, İdris‘ler, Celâl‘ler, Abdurrahman‘lar, Asım‘lar, bir bir yere inmişlerdi. Sıra, kendisine de gelecekti, ama düşman onu hep ıskalıyordu. Bu yüzden, hayatta kaldı…
Futbolcu arkadaşlarını cephede şehit bırakmış biri olarak, onların acısını hep yaşadı… Onların ruhlarına ithaf ettiği, bir de şür yazdı.

ATATÜRK’ÜN YEMEĞİNE DAVET

Söylemeyi unuttuk; Emin Bülent hem top oynamış, hem cepheye koşmuş bir gazi idi ama, onlar kadar önemli bir şairdi de. Düşmana kinini “Kin” şiirinde döktü… Kendi mısralarıyla, “Dağlar lisana gelse de, anlatsa hepsini – Binlerce can dirilse de, nakletse geçmişi..:”
Bir an geçmişe dalan Emin Bülent, vurulan kapı tokmağı ile birden irkildi… Gelen Ruşen Eşref Ünaydın‘dı.
“Gazi Hazretleri, yarın akşam Dolmabahçe Sarayı’nda bir yemek verecek, benim delâletimle, seni de davet ediyor”diyordu…
Atatürk‘ün yemeğine çağrılmak ne büyük bir şeref!
Yemek, Türk Dil Kurultayı’nın toplanması dolayısıyla veriliyordu. Şair, futbolcu ve gazi Emin Bülent, hatırlanmış olmanın gururuyla, yemeğe büyük bir keyifle gitti.
Görkemli salon, ülkenin kalburüstü isimlerini bir araya toplamıştı… Herkesin gözü, Atatürk‘ün üzerindeydi.
Yemeğin ortalarına doğru, Gazi ayağa kalktı ve bir an etrafına bakındıktan sonra, şu iki mısrayı okudu:
“Garbın cebin’i, zalim, affetmedim seni…
Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi…”

Atatürk‘ün ağzından dökülen bu mısraları duyan Emin Bülent, bir anda buz gibi kesti… Ardından soğuk terler döktü.

TÜRK SPORU İÇİN ONURLU GECE

Şaşırmıştı. Şoke olmuştu…
Çünkü, bu mısralar kendisine aitti… Üstelik, Atatürk ezberden söylüyordu. Mustafa Kemal, bu iki mısrayı okuduktan sonra, şiirin, şiirin tamamını söylemesi için, Emin Bülent‘i yanına davet etti.
Galatasaray‘ın eski futbolcusu; Çanakkale Savaşları’nda şehit düşen arkadaşları için yazdığı şiirini, Mustafa Kemal‘in yanında yüksek sesle okudu. Şiir çok beğenilmişti. Emin Bülent; bu onurlu gecenin duygu ağırlığı içinde, gözlerinde isyana kalkan yaşları zorlukla içinde tutabildi.
Ruşen Eşref Ünaydın; hatıralarında Atatürk‘ün bu şiiri çok sevdiğini belirtiyor ve “Gazi, bu mısraları bağıra bağıra sık sık okuduğunu bize anlatır, bunu söylerken de, ‘Kin’ adlı şiiri o derece severdi” diye yazıyordu.
O gece, şeref konukları arasında Ruşen Eşref Bey de vardı. “Futbol Şehitleri” Atatürk‘ün isteği ile, Türk Dil Kurultay’ı yemeğinde tazimle anılmıştı. Türk sporu için, onurlu bir geceydi.

fenerbahce2.jpg (15399 bytes)

Şehitler Çoğalınca Fenerbahçe Çocuklaştı. Uzun, yorucu ve acımasız savaş yılları ülkeyi olduğu kadar futbol takımlarını da yıpratıyordu. Cepheye giden futbolcular bir bir şehit olunca, ligler çocuk yaştaki futbolcularla oynanmaya başladı. Fotoğraftaki Fenerbahçe kadrosu 14-16 yaşlarından oluşuyor. Ayakta ellerini göğsüne dayamış olan şehit Arif, sol yanındakiler ise kaptan Galip ve Sabri’ydi… Onlar cepheden gelip Fenerbahçe’yi iyice çocuk olmaktan kurtarıyordu.

İstanbul‘daki İngiliz Orduları Başkomutanı General Harrington, duruma sinirleniyor ve Fenerbahçe‘nin mutlaka ezilmesini istiyordu. İngiltere‘den Liverpool’un kalecisini de getirterek oluşturulan bir takımla, sarı-lacivertlileri yenmeyi düşündüler. Harrington, kendi adına, Londra‘da bir metrelik büyük bir kupa yaptırdı. Ancak, hiçbir şey kâr etmedi ve Harrington Kupası’nı, işgal karmasını 2-1 yenen Fenerbahçe aldı!… Toplantı ve yürüyüş yasağına rağmen, halk sahaya dolmuş ve Fenerbahçeliler‘i, omuzlarında Tünel’e kadar taşımışlardı.
O günlerin Fenerbahçe‘sinde genç takım oyuncusu olan Bedri Gürsoy, bu muhteşem günlerin, hayatta kalan tek tanığı… Nemli gözlerle, o günleri anlatırken, “Hem havan topuyla, hem futbol topuyla savaş kazanan tek ülke biziz” diyordu…
Şehitlerimiz var… Şahitlerimiz var…
Futbolda birçok ülke “Dünya şampiyonu” oldu ama; hiçbir ülkenin futbolu bizimki gibi “Kahraman” olamadı.
Sağolasın Türk futbolu!
ataturk.jpg (10602 bytes)
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal, Büyük Taarruz’dan önce cephede ordularını teftiş ederek emirler verirken…
Yazan: Ali Sami Alkış
Kaynak: Hürriyet Gazetesi – Temmuz 1992

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*